TANZANYA & SERENGETİ & ZANZİBAR
Hemingway'in Afrika'sı

Gezi İçeriği ve Ayrıcalıkları:

"Afrika'da uyandığımda mutlu olmadığım bir sabah hiç bilmezdim.."

Nobel ödüllü ünlü yazar Ernest Hemingway'in Afrika seyahatlerinde söylediği bu söz çalınıyor kulaklarımıza. Gerçekten mutsuz uyanabileceğiniz bir sabah mümkün değil Afrika'da. Güneşin ilk ışıklarıyla canlanan Serengeti savanalarında yüzlerce farklı kuş türünün eşsiz müzikali eşliğinde otlaklara yürüyen otçulları ve avlarını bekleyen yırtıcıları doğal ortamlarında izlemek nasıl mutsuz edebilir ki bir insanı.. Şafağın sökmesiyle beraber lük safari kamplarında hazırlanan kahvaltılarla Hemingway gibi mutlu olmayacağımız bir sabah yok Afrika'da..

Hemingway'in Afrika'sı

Serengeti’nin altın savanlarından Zanzibar’ın turkuaz sularına uzanan bu yolculuk, Afrika’nın kalbinde atılan iki farklı ritmi tek bir nefeste hissettiren bir deneyim gibidir. Biri vahşi yaşamın soluksuz koşturmacası, diğeri denizin hafifçe fısıldayan huzuru… İkisi de insanın içindeki keşfetme isteğini yeniden uyandırır.    

Serengeti: Rüzgârın Taşıdığı Özgürlük  
Güneş ufkun ardından ağır ağır yükselirken Serengeti, önce sessiz bir tuval gibi durur; ardından her bir köşesi hareketlenmeye başlayan dev bir sahneye dönüşür. Çiy taneleriyle ıslanan otların arasında ilk adımı atan zebra sürüleri, sabahın yumuşak ışığında adeta resimleşir. Uzakta, avını koklayan bir aslanın silueti belirir; güçle zarafetin aynı anda vücut bulduğu bir görüntü…    

Safari aracınızın kapısını açtığınızda yüzünüze çarpan sıcak rüzgârın kokusunda toprak, güneş ve yaşama dair bir şeyler vardır. Savanın üzerinde süzülen akbabalar, termal hava akımlarına kapılarak gökyüzünde yükselirken bir an durup etrafı dinlemek istersiniz. Burası sessiz değildir; ama gürültülü de sayılmaz. Serengeti’nin sesi, hayatın kendinin sesidir: uzak bir kükreme, toynakların ritmik vuruşu, çalıların arasında saklı bir telaş…             

Öğle sıcağı bastığında ise çimenlerin rengi daha da açılır; ceylanlar gölgelerde dinlenir, filler aileleriyle yavaş adımlarla ilerler. Onları izlerken zaman duygusu kaybolur: yalnızca şimdi vardır, yalnızca burası…    

Zanzibar: Okyanusun Fısıltısı
Serengeti’nin tozlu ve vahşi doğasının ardından Zanzibar’a ayak basmak, sanki aynı kitabın bir sonraki bölümünde tarzın tamamen değişmesi gibidir. Okyanus, derin bir nefes almış gibi, önü sıra uzanan bembeyaz kumsalları nazikçe okşar. Turkuaz denizin tonları, güneşin açısına göre pastel bir maviye ya da zümrüt bir yeşile dönüşür; her bakışta başka bir güzelliği ortaya çıkarır. Kokulu baharat pazarlarının sokaklarına karışan vanilya ve karanfil esintisi, Stone Town’ın daracık yollarında dolaşırken sizi sarar. Eski kapıların oyma işlemeleri, geçmişten bugüne taşınan hikâyeleri anlatır gibi…  

Ardından sahile yöneldiğinizde palmiyelerin gölgesinde dinlenen yerel balıkçı tekneleri sizi selamlar. Bir akşamüstü, okyanusun üzerinde batan güneş etrafı pembe ve altın tonlarına boyarken, her şeyin olağanüstü bir sükûnete büründüğünü fark edersiniz. Dalgaların hafif ritmi, adanın sakin temposuyla birleşir; zihninizde kalan son gürültü de bu ritmin içinde erir gider.    

İki Dünya, Tek Yolculuk:
Bu rota, yalnızca bir tatil değil; bir duyular yolculuğu, bir ruh tazelenmesi… Serengeti, içinizdeki maceracıyı uyandırır; Zanzibar ise o maceracıya dinlenmesi için bir sahil armağan eder. Savanda tanık olduğunuz her vahşi yaşam sahnesi, okyanus kıyısında duyduğunuz her hafif esintiyle yeniden anlam kazanır. Afrika, bu iki yüzüyle hem dinamizmin hem dinginliğin toprağıdır ve onu gerçekten hissetmek için, her iki tarafa da dokunmak gerekir.